Biz Türk Milliyetçisiyiz

By: İlker Başbuğ

Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri şöyle tanımlanmaktadır: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Bu kitabın amacı, Türkiye Cumhuriyeti’nin “bağlı” olduğu “Atatürk milliyetçiliği”nin, daha doğru bir tercihle Atatürk’ün kendi ifadesi ile “Türk milliyetçiliği”nin ne olduğunu anlaşılır bir şekilde ortaya koymaktır. O, Türk milliyetçiliğini şöyle tanımlamıştı: “Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslararası temaslarda ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla dengeli bir şekilde yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karakterlerini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır.”
  1. Yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaştığımız bugünlerde, bizi ve dünyayı nasıl bir gelecek bekliyor?

Kargaşalı bir dünya mı? Herkesin herkesle savaştığı bir dünya mı? Yoksa, barış ve huzurun var olacağı bir dünya mı?

Geçmişte ve bugünlerde yaşananlar, insanın geleceğe pek iyimser gözle bakmasını maalesef engelliyor.

Bu gerçeğe rağmen, gelecek hakkında yine de iyimser olabilme şansının var olduğu söylenebilir. Bir şartla:

Atatürk’ü daha iyi anlamak, onun prensiplerini, düşünce sistemini ve sahip olduğu kişisel nitelikleri benimsemek. Böylesi bir durumda ortada ne cevapsız bir soru, ne de çözülemeyecek bir sorun kalır.

Bu sonuca nasıl ulaşıldığını sorgulamak ise elbette haklı bir tutumdur.

Bugüne kadar Atatürk ve Atatürk dönemine ilişkin olarak yazdıklarım tam olarak 1774 kitap sayfası.

Bu sayfaları kaleme alırken izlemeye çalıştığım bazı ilkeler oldu:

Tarih yazmak için basitleştirmeniz gerekir. Seçmeniz gerekir. Neyi seçtiğiniz ise tabii ki değerlerden, temayüllerden ve zihninizdeki net ya da oluşum halindeki kuramlardan etkilenir.

Geleceği anlamak için ilk önce geçmişe bakmalıyız. Ancak, geçmişin de tuzaklarına düşmemek gerekiyor. Çünkü, geçmişten gelen görüş ve düşünceler bilimsel olarak doğrulukları kanıtlanmamış ise onlar sadece kuramlar olarak kabul edilebilir. Kuramlar bu nedenle güncel durumlara uyarlanmalıdır.

İyi yazarlar dürüstçe sorular sorup, neden-sonuç ilişkilerini ortaya çıkarmaya ve kanıtlanmış olayları, yani olguları çalıştıkları konularla nesnel bir biçimde ilişkilendirmeye çalışırlar.

Bu amaçla Atatürk’ü; birinci kaynaklara, yani onun günlük notlarına, kendi yazdığı veya yazdırdığı hatıralarına, söylev ve demeçlerine, yazdığı sayısız mektuplara, yazdığı kitaplara ve yine yazdığı resmi yazı ve raporlara ve okuduğu kitaplar üzerinde yaptığı değerlendirmelere dayanarak, neden-sonuç ilişkilerine odaklanarak, nesnel bir biçimde anlamaya çalıştım.

Şimdi burada kritik bir nokta var:

O da Atatürk’ün sahip olduğu ve büyük bir kıskançlıkla korumaya çalıştığı “prensipleri” ile “zaman ve koşullara göre değiştirilebileceğini kabul edeceğimiz düşünceleri”ni birbirinden ayırt edebilme inceliği.

Atatürk’ün şu sözleri zihnimde büyük bir yer tutmaktadır:

“Hayat hakkındaki düşüncelerim, eski düşüncelerimden az çok ayrıldı, eski düşüncelerim ileride karşılaştıklarımla bağdaşmadı.”

O halde, düşünceler değişebilir. Prensipler ise kutsaldır, değişemez. İnsanın sahip olduğu ana değerler onun prensipleridir, ilkeleridir. Prensipler ve ilkeler değiştirilemez. Aksi durumda siz siz olma özelliğini kaybedersiniz.

Atatürk’ün sahip olduğu prensiplerden birisi de tam olarak buydu.

Zaten, akıl ve bilimi tek rehber olarak kabul etmesi ve sürekli devrimciliği savunması da bu prensibin elle tutulur bir sonucuydu.

Evrensel liderlik prensiplerini, zor şartlar altında zaman, mekan ve güç faktörleri ışığında sahada uygulayarak, bir imparatorluğun küllerinden yepyeni bir cumhuriyet yaratan bir dehayı, Atatürk’ü anlatmak, çok zor bir görevi üstlenmektir.

Atatürk ve Atatürk dönemine ilişkin yazmak, bir anlamda neredeyse her gün, her dakika onunla yaşamak ve onunla düşünmek, onunla yolculuğa çıkmak demektir.

Atatürk ile son yolculuğum üç yıldan fazla sürdü. Yolculuğa, onunla birlikte Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele Dönemi’ni yaşadığımız “Savaş ve Barış” kitabıyla başladım. Yolculuk Türk Devrimi’nin gerçekleştirildiği dönemi yaşadığımız “İdealim: Çağdaş Türkiye” kitabı ile devam etti. Ve bu yolculuğum şu an elinizde tutmakta olduğunuz “Biz Türk Milliyetçisiyiz” isimli kitaba son noktayı koyduğum an, 21 Ocak 2024 günü saat 22.45’te sona erdi.

Rüya bitmişti. Kendimi büyük bir boşluk içinde hissettim. Öksüz kalma duygusunu, daha acı olarak, iliklerime kadar hissettim.

Atatürk’ün yolculuk serüvenini anlamaya ve anlatmaya çalıştığım kitap serisinin üçüncüsüne, neden “Biz Türk Milliyetçisiyiz” ismini verdim?

1982 Anayasası’nın 2. Maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri yer almaktadır. Anayasa’nın 4. Maddesiyle de bu maddelerin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin bile teklif edilemeyeceği ifade edilmektedir.

  1. Madde şöyledir:

Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, “insan haklarına” saygılı, “Atatürk milliyetçiliği”ne bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Amacım; Türkiye Cumhuriyeti’nin bağlı olduğu “Atatürk milliyetçiliği”ni, daha doğru bir tercihle Atatürk’ün kendi ifadesi ile “Türk milliyetçiliği”nin, ne olduğunu anlaşılır bir şekilde ortaya koymaktı.

Anlaşılır bir şekilde deyişimin de elbette bir nedeni var. Çünkü “milliyetçilik” dünyada en çok tartışılan ve anlaşılmaz duruma sokulan kavramların başında gelmektedir.

Aslında milliyetçilik, kelime anlamı olarak, “bir millete ait olma duygusuna ve kararlılığına” işaret etmektedir. Burada asıl sorun “millet”in nasıl tanımlandığında yatmaktadır.

Milleti eğer siz “etnik/ırk temelli” bir kavram olarak kabul ederseniz, elbette ortaya abartılı, saldırgan ve kendini üstün ırk gören, diğerlerine ise düşmancıl bir yaklaşım içinde olan bir milliyetçilik kavramı ortaya çıkar. Bu milliyetçilik anlayışı elbette ölümcüldür ve kabul edilemez.

Atatürk’ün kabul ettiği millet kavramı ise; ırkı, dini ve mezhebi farklılıkları bir kenara bırakarak, yani bunları dikkate almadan, insanları kendi arzuları ile “vatandaşlığa dayalı milliyetçilik” anlayışı ile bir çatı altında toplayan siyasi ve sosyal bir yapılanmadır.

Dolayısıyla Atatürk’e göre Türk milliyetçiliği; vatanperverliği ve vatanseverliği esas alan, diğer milletlere üstünlük sağlamayı reddeden ve genişlemeci hedefler peşinde koşmayan ve vatandaşlarına eşit haklar ve sorumluluklar veren bir milliyetçiliktir.

Atatürk’ün milliyetçilik anlayışını en güzel şekilde ortaya koyan belge, UNESCO Genel Konferansı’nda 27 Kasım 1978 günü alınan karardır. Bu kararda Atatürk’ün kişiliği ve kimliği şöyle tanımlanmıştır:

“Özellikle, sömürgecilik ve emperyalizme karşı en önce açılan savaşlardan birinin ilk lideri;

Dünya ulusları arasında karşılıklı anlayışın, sürekli barışın kurulması için çalışmaları olağanüstü bir örnek oluşturan ve tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımı gözetmeden bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını koruyan; eylemleri her zaman barış, uluslararası anlayış ve insan haklarına saygı yönünde gerçekleşen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk.”

Şimdi baştaki soruya dönelim. Bizi ve dünyayı nasıl bir gelecek bekliyor? Bu durumda ne yapabiliriz? Atatürk, bugün aramızda olsa idi bu konu hakkında bize neler söylerdi?

Atatürk her şeyden önce realistti, gerçekçiydi. Realistler, anarşik bir dünyada devletlerin öncelikle kendi gücüne dayanarak ayakta kalabileceğini kabul ederler.

Atatürk elbette “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi, prensibi gereğince dünya ulusları arasında da sürekli bir barışın kurulmasını amaçlıyordu.

Bu güzel bir niyet ama gerçekleştirilmesi ne kadar gerçekçi bir yaklaşım olabilir?

Atatürk’ün bu konuda bazı ön şartları vardı:

“Büyük devletlerin arzularını küçük devletlere kabul ettirmek hususundaki görüşlerinden artık vazgeçmesi.”

“Eğer devamlı barış isteniyorsa, toplumların durumlarını iyileştirecek milletler arası tedbirler alınması. Tüm insanlığın refahının, açlık ve baskının yerine geçmesi. Dünya vatandaşlarının, haset, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmesi. Bu ortak gayelerin gerçekleştirilebilmesi için de uluslararası kuruluşlara ihtiyaç olması. Bu kuruluşların da saldırgana, taarruzun yanına kâr kalmayacağını açıkça göstermesi.”

“Harbin ciddiyetini dikkate almayan bazı gayri samimi önderler, taarruzun vasıtaları olmuşlardır. Kontrolleri altındaki milletleri, milliyetçiliği ve ananeyi yanlış bir şekilde göstererek ve kullanarak aldatmışlardır… Milletlerin sorumluluk mevkilerini, yüksek karakterli, yüksek moralli ve vicdanlı insanların eline vermesinin zamanı ise gelmiştir.”

Atatürk’ün bu düşünceleri ve değer ölçüleri çerçevesinde, dünya milletleri ortak hareket edebilse; acaba gelecek bizlere daha huzurlu, barış vadeden bir gelecek sunamaz mı?

Bu düşüncelerin gerçekleştirilmesinin zor olacağına inanmak yerine, denemeye çalışılması daha doğru olmaz mı?

Bunun da bir ön şartı var:

Bu denemelere girişebilmek için, popülist liderlere değil, prensip sahibi liderlere ihtiyaç vardır.

Bu kitabın hazırlanmasında katkı ve destekleri olan değerli silah arkadaşlarım Yalçın Ataman ve Ahmet Yavuz’a, değerli editörlerim Ali Berktay ve Mehmet Ali Güller’e ve başta Haluk Hepkon olmak üzere Kırmızı Kedi Yayınevi’nin değerli çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

  1. Yüzyılın aradığı insan tipi, doğru zaman, doğru yerde, doğru soruyu sorabilen insandır. Sorulan sorular, olumlu bir gelişime ve değişime neden olmalıdır.

Umarım okuyucularımız da, bu kitabı sorgulayarak okur. Yaşadığımız çağın gerçeklerinin ve ihtiyaçlarının karşılanmasının yolu da budur.

Publish Date:

2024-03-01

Published Year:

2024

Publisher Name:

Total Pages:

206

Submit Your Review You are not allowed to submit review. please Log In